28 Ocak 2008 Pazartesi

Çokokremi çay kağışı ile...

evet! ... yiyorum. hem gideni arıyorum, hem birdaha gelmeyecek olana yanıyorum!

bu sonsuz bir döngü.

galiba ahmet hamdi tanpınar'ın emine'si, buket uzuner'in kumral adası ile mavi tuna'sı çok uzakta değil. sadece bulduğumuzu mu yiyoruz ne?

çözüm belkide 21 şubat 1848'de marx ile engels'in yayımladığı "komünist manifesto"da olabilir? yada nietzche'nin bir ineğe sarılıp ağlamasında?

hrant dink'in ölmesi gerçekten de mutluluk verici miydi?

duvarları olmayan bir labirent galiba bu. ne yani aklımız var diye sokaktaki köpeğe taş mı atmalıyız?

geçenlerde gün doğarken gündoğarken dinliyorum; gördüğüme sevindim! gerçekten de ne için sevindin? hadi kağıdı önüne al ve kendi tanımını yap!

nirvana diyorum sadece nirvana! acaba ona gerçekten de ulaşabilir miydim? biliyorum ki kurt cobain beni görüyor ve gülümsüyor ama sadece susuyor!

evanescence çok baba rock yapar abi! neden mi? içinde gitar akorları var!!! evet, bir ankara oyun havası herkes tarafından dinleniyorsa o artık poptur! çünkü o popülerdir. bakınızızızızızızız...

mor ve ötesi, ele alınamayacak kadar yakıcı. hem uzak, hem yakın. ahmet mithat efendi'nin henüz on yedi yaşında'sı gibi. yatağında ama dokunamıyorsun! hadi yerse eleştir! o kadar masumsun ki bebeğim...

osmanlı; bir devlet! öyle ki dünyayı siyahtan kurtarmış, şimdiki renklerin arkhesi! essahtan o olmasaydı niceydi halimiz? güneş olmasaydı hangi renkleri görebilirdik?

barbara cartland okuyorum geçenlerde; uzak diyarlarda aşk diyor! hakkını da veriyor hani. yazıyor ama ekliyor; melodi olmadan asla!

bazen düşünüyorum da bohça gibiyiz hani. basmışız basmışız ve basmışız. öyle kalıbız, öyle kalıbız ki! kalıba sığmıyoruz.

bir bebek gördüm geçenlerde, dün, evelsi gün, bugün, yarın! adı bebek! bir yaşam formuna insan demek hiçbir zaman bu kadar kötü olmamıştı! o kadar masum ki... ama o yaşam formu, artık bir doğa parçası haline geliyor. ölüyor, ölmüş, öldürülüyor.

vurulduk ey halkım unutma bizi! diyordu bir ses. daha ben bunu yazmadan üç buçuk saat önce yıldönümü vardı. karanlığa ateş edenler bir kez daha güldü. bir kez daha göründü o kıllı, göbekli adamlar! bitiremediler gittiler şu simülasyon oyunlarını.

içinden şehirler geçiyordu birilerinin bu sırada. şehirlerin içinde biz, bizim içimizde sen, o, özellikle ben! erkut taçkın da geçmiyor değildi hani. beyaz ev diyordu; "kaldı uzakta o en derin haz!".

zaman zaman iron maiden olup wasted years ile seslendi tanrı bize! "kaybolan yıllarını aramakla geçirme, kendine gel ve ayağa kalk."

zaman zaman da cem karaca oldu ve dedi ki: "sevda kuşun kanadında".

şöyle bir bakıyorum da, gerçekten neydi derdimiz? hiç soruyor muyuz göz bebeklerimizin karanlığına, "insanlar ölüyor, insanlar öldürüyor, insanlar ölecek ve öldürecek!"?

o kadar çok siyah nokta var ki, hiçbir estetisyen paklayamaz
şu dakikadan sonra. öyle pudralar, punkcı ayağına yatıp farklılaşmalar tesir etmez. o kadar ayıbız ki; engel olamadık!

ha! az kalsın unutuyordum; hüseyin yurttaş diyor ki; "ve neden üşüyor çocuklar koca bir şehir yanmışken?". "eh be hüseyin abi" demek düşüyor bana da!

neyse gel gelelim, başa dönelim. bu sonsuz bir döngü. siz çıkmak isteyene kadar içinde kalacaksınız.

ece ayhan boşuna dememiş:

vel hasıl kardeşim
onlar vurdu biz büyüdük.

hava kararıyor galiba. perdeleri örtsem iyi olacak.

Hiç yorum yok: